mütefâ’ilün / fâ’ilün / mütefâ’ilün / fâ’ilün
Yine zevrâk-ı derûnum kırılup kenâre düşdi
Dayanur mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düşdi
Gönül kayığım kırılıp sahile çıktı; taşlık yola düştü. Şişeden yapılmıştır dayanır mı?
O zaman ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düşdi
Arzu kumaşı ruhlar meclisinde bölüşüldü. Bize sevgi payı olarak parça parça olan gönül düştü.
Kimi zir-i serde desti geh ayagı koltugunda
Düşe kalka haste-i gam der-i lutf-ı yâre düşdi
Üzüntüden yorulmuş, bazen eli başının altında bazen de ayağı koltuğunda bir durumda, sevgilinin lütuf kapısına geldim.
Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düşdi
Bülbül, bahar mevsimine erişti. Sevgili (gül) hakkında sohbet tazelendi; ancak tahammül sırası ıstırap içindeki gönle düştü.
Meh-i bûse-i ‘ârızında gönül oldı hâle mâ’il
Bana kendi tâli’imden bu siyeh Sitâre düşdi
Gönül, sevgilinin aya benzeyen yanağının burcundaki yıldıza benzeyen bene meyletti. Bana da kendi talihimden bu siyah yıldız düştü.
Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ Hû
Bu değildi neyleyim bu yolum intizâre düşdi
O âhu gözlü güzel gözlerini süzüp, kavuşma zevkiyle Allahaısmarladık dedi. İstediğim bu değildi, yolum beklemeye düştü.
Reh-i Mevlevî’de Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi i’tibâre düşdi
Gâlip, Mevlevîlik yolunda “hayran” makamında kaldı. Kimisi unvanını terk etmeye, kimisi de itibara düşkünlük göstermeye başladı.